Stockholm. Balkan Savaşları uluslararası basının farklı cephelerde çok sayıda muhabirle izlediği bir konu oldu, birçok kitap yazıldı, çekilen fotoğraflarla birçok sergi açıldı. Bunlar arasında John Reed ve Leon Troçki de vardı.(*) Paris’te çıkan Le Journal adına gerek 1., gerekse 2. Balkan Savaşları’nı izleyen Fransız gazeteci Henry Barby (1876-1935) ise Kumanova, Pirleve, Manastır ve Edirne’nin düşüşüne tanık oldu. “Sırpların Zaferi” (1913) ve “Sırp- Bulgar Savaşı” (1914) başlıklı iki kitap da yazdı. 1. Dünya Savaşı’nda ise Barby, Kafkasya Cephesi’nde muhabirlik yapıyordu. Dolayısıyla Ermeni soykırımının gelişmini de sıcağı sıcağına, savaşın farklı evrelerinde izledi. Tanıklıklarını topladığı kitabı “Dehşet Ülkesi. Martir Ermenistan”.(**) Ermeni soykırımıyla ilgili çok önemli, gerçek kaynaklar arasında yeraldı. Barby, Osmanlı ordusunun geri çekilmesinden sonra Trabzon, Erzurum, Erzincan yörelerini 1916 ilkbahar başında savaş muhabiri olarak ziyaret etti ve çok canlı izlenimler aktardı. 1918’de Transkafkasya’ya yeniden geldi ve bu orada kalışın ürünü ise, o dönemde, bölgede yaşananlar ve özellikle Bakü Komünü’nünün kurulması ve onu izleyen olaylara ilişkin, “Rus Bozgunu. Bolşevik Çılgınlığı ve Ermeni Destanı” adlı kitabı oldu.
Barby 1916 Mart ayında Tiflis’ten hareket ederek trenle Sarıkamış ve Erzurum’a gitti. Daha Sonra, Rus ordularının hareketlerini izleyerek Doğu Anadolu’nun çeşitli illerini ziyaret etti. Bu ziyaretler ona, Ermeni soykırımından sağ kurtulanlardan aldığı önemli tanıklıkların kayda geçirmesini sağladı.
Barby’nin belgelendirme tabanı çok genişti. 1916 yılının Mart ve Nisan aylarında özellikle Ermeni ve Kürt görgü tanıkları ile detaylı görüşmeler yaptı. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu’nda görev yapan ve o sırada tarafsız ülke statüsünde olan İtalya ve ABD diplomatlarının tanıklıklarına yer verdi.
Barby, Osmanlı devletinin savaşta müttefiki olan Almanya’nın yurttaşlarının (özellikle, Alman Kızıl Haç hemşirelerinin) tanıklıkları ve kaçan ve Tiflis’e sığınan Ermeni mültecilerin, yetimlerin tanıklıklarını da aldı.
Barby, “korkunç suçun, tüm Hristiyan halkın bu sistematik kökünün kazınması, İttihat hükümetinin suçudur” diyordu. Barby’nin farklı bölgelerde kaydedilen olaylara, özellikle ziyaret ettiklerine, özel olarak Erzurum vilayetine göndermede bulunuyor. Diğer vilayetlerden ulaşan tanıklıklarla da karşılaştırarak, imparatorluğun bütün bölgelerindeki Ermeni nüfusunun aynı kadere uğradığını saptıyor.
Aynı çerçevede Barby, Trabzon’da yaşananları da irdeler. Çok az istisna dışında, 14.000 sayısında, şehrin hemen hemen tüm Ermenilerinin öldüğü bu katliamlarla ilgili olarak, yazar aynı zamanda, bunların sorumluluğunu kentin İttihat ve Terakki Partisi başkanı, Nail Bey’e verir.
Barby, devlet politikası sonucu, 24 Nisan’da İstanbul’da Ermeni aydınlarının tutuklanmasına da değiniyor. “Aydınların ve farklı mesleklerden olan profesör, doktor, sanatçı, yazar bu kişilerin siyasal nedenden dolayı değil, ulusal kimliklerinden dolayı tutuklandığını” belirtiyor ve İttihatçı liderlerin onları susturmanın gerekliliğine inandığını söylüyor.
Barby, tüm Ermeni halkının silahsızlandırılması, Müslümanların silahlandırılması, Kürt çetelerinin örgütlenmesi, “çeteler” oluşturmak için, hapishanelerdeki suçluların serbest bırakılması gibi Osmanlı devlet politikasına da işaret ediyor.
Yazarın dikkatini çeken başka bir husus da, “hepsinin kökünü kazımak için bir bahane bulmak amacıyla”, Ermenilerin kendilerine yönelik kötü muameleleri protesto etmelerinin de “ayaklanma girişimi” olarak gösterilmesi ve bazı “fanatik ajitatörlerin” kullanılmasıdır.
Barby “operasyonun başkentten gelen bir emirle başladığının ve tüm illerde ve tüm köylerde ilan edildiğinin” açıkça altını çiziyor. “Gerçekte, bu sürgün, kıyım – kervan – çöl olan birbirini izleyen üç eylemle bir halkın kökünü kazımaktan, bir halkın aşamalarla kıyılmasından başka bir şey değildi” diye kitabını sonuca bağlar.
Anlatımını kendi izlenimleri ile zenginleştirir. Bölge Rus ordusunun eline geçtikten sonra, gazeteci Barby bir dehşete yolculuk yapar, kırsal alanlar hala insan kalıntıları ile doludur. Sanki Cadılar Bayramı’nda (Halloween) tarlalara atılmış oyuk balkabakları gibi. (***)
Can Dündar da, 2008 yılında yaptığı “Mustafa” adlı belgeselde, Mustafa Kemal’in 1916 yılında göreve yollandığı Mardin yollarında gördüğü kalıntılar nedeniyle karamsarlığa girdiğine üstü kapalı biçimde değinir.
Yüzleşilmeyen tarih kendini yeniler ve aynı görüntülere aynı coğrafyalarda tanık olunur.
(*) Bk: Leon Troçki, Balkan Savaşları, İş B. Yayınları, 2012; John Reed, Balkanlarda Savaş, Pencere Y. 2006.
(**) Barby H., Dehşet Ülkesi, Kurban Ermenistan, ed. Varoujean Poghosyan, Erivan Üniversitesi Yayını, 2015. İlk basım: Albin Michel, Paris. 1917
(***) Kirkor Balakian, Berlin’de eğitim gördüğü için ve Alman dostları nedeniyle sürgüne 1916 yılında yollanır. Yolda bütün bu insan kalıntıları yanında, kendine nezaret eden görevlilerin tanıklıklarını dinler. Toros tünellerini yapan işçilerin yardımı ile kaçırılır. Bk: Krikor Balakian, Ermenilerin Golgathası, Belge Yayınları 2014.