Niye kapattılar bilmem, şu Samanyolu televizyonu memleketin kültürel seviyesine çok şey katmıştı aslında. Bak aradan ne kadar zaman geçti mesela, bazı dizileri hâlâ hatırlıyorum. Mağarada silahlı PKK militanları, başlarında komutanları… Fakat komutan pek asabi. Odun ateşinde domuz pişirmişler nar gibi, tutturmuş genç militanlara ille de yiyeceksiniz diye dayatıyor. Gençler etme komutanım diye ağlaşsa da berikinin umurunda değil; “Yiyeceksiniz ula!” diye bas bas bağırıyor. E, terör örgütü bu, ne yapsın çocuklar, bir iki lokma alıyorlar mecburen. Sonraki sahnede ise ‘komutan’ mağaranın karanlık bir köşesine doğru gidiyor, suratında hain bir sırıtma, koynundan haç çıkarıp öpüyor, sonra da istavroz işareti yaparak geri dönüyor…
Bir diğeri de çok güzeldi. Parkalı, pos bıyıklı abimiz tatilde filan köyüne geliyor. Dakka bir gol bir! Önce anasının seccadesini çekiştirip “nedir lan bu namaz filan” diye çemkiriyor. Sonra babasının Cuma namazına gidişiyle alay ediyor. Bölüm sonunda hidayete eriyor ermesine ama o zamana kadar ihtiyarcıklara etmediğini bırakmıyor!
Bu memlekette ne zaman ‘muhafazakâr’ Kürtlerden, ‘muhafazakâr’ Kürt partisinin gerekliliğinden filan söz edilse, hep aklıma o görüntüler gelir. Abartı gibi görünebilir ama değil. Tuhaf bir şekilde gerilerde, derinlerde bir yerde bu ‘ihtiyaç’tan söz edenlerle Samanyolu senaristlerinin mantığı üst üste biniyor çünkü. Her iki durumda da kurgu şöyle: Bir yanda ipten kazıktan kurtulmuş, dinsiz imansız militanlar var, vur patlasın çal oynasın günah içinde yüzüyorlar; diğer yanda ‘la havle’ diyerek bu ‘eziyete’ katlanan mütedeyyin insanlar… Bu kurgu üzerinden yıllardır denemedikleri yol kalmadı. Cemaat vaktiyle derinlemesine çalıştı Kürt il ve ilçelerinde, AKP daha kaba saba bir yoldan korucular ve parasal ilişkiler üzerinden gedikler açmaya çalıştı, daha başkaları ise ‘Örgüt vesayetinden kurtulmuş yeni parti’ hayalleri peşinde koşturdu, hâlâ da koşturuyor ama bir işe yaramadı, yaramıyor da. Çünkü bu kurgunun bizzat kendisi gerçek bir temele dayanmıyor. Çünkü ne genel olarak Kürt Özgürlük Hareketi gerçekliğinde, ne de HDP bünyesinde ‘kâfirler/müminler’ ayrımına dayanan böyle bir sınır çizgisi var. HDP’ye gönül vermiş insanların ezici bir çoğunluğu zaten namazında niyazında insanlar ve onların bağlı oldukları başka bir şey var. Kimse kimsenin seccadesini altından çekmiyor, kimse kimsenin inandığını, inanmadığını kendine dert etmiyor. Tersine, Allah onlardan razı olsun ki AKP ve IŞİD, Müslümanlık konusunda Kürt halkında büyük bir aydınlanma yaratmış durumda. Bu sayede Kürtler, cami kapısından ayrılmayan haram yiyicilerle, Rakka soytarılarını tanıyarak kendilerine yavaş yavaş bu alanda da bir ‘üçüncü yol’ yaratmaya başladılar. Hem inançlarına, hem partilerine bağlılar ve gayet büyük bir rahatlıkla Ermeni Garo’yu kucaklarına basıyorlar; başı açıktır kapalıdır demeden 8 Mart’larda gencecik kızlarla da omuz omuza yürüyorlar.
Bölgenin bazı il ve ilçelerinde HDP’nin yeterince oturamamış olmasının ise dinsel sebeplerle belki ancak dolaylı bir ilgisi var. O da tartışmalı. Bölgenin en mütedeyyin yerlerinde ciddi başarılar yakalarken, bazen de o kadar dindar olmayan yerlerde kaybedebiliyor. Bunun bazı yerlerde uzun süreli asimilasyon nedeniyle Kürtlük bilincinin zayıflaması ile ilgisi olduğu gibi, bazı yerlerde de demografik/sınıfsal etkenler devreye girebiliyor. Her halükarda, bütün büyük direniş zamanlarında gözlemlendiği gibi, bazı yöreler, başka bazı yörelerin hızına ve radikalliğine yetişemiyor. Bir yerde kaybedeceği çok az şey olan insanlar varken, öte yanda durum öyle olmayabiliyor, vb. vb… Elbette, siyasi çalışmanın eksikliğinden de söz edilebilir ama siyasi hayatta her zaman ‘kale’ tabir edilen etkinlik bölgeleri ve hareketle bağı daha zayıf olan yerler vardır ve bu -tabii ki aşılması gereken- bir realitedir. Ama sonuç itibarıyla, bu sorunun HDP ile Kürt halkının dindar yapısı arasındaki ‘kan uyuşmazlığından’ kaynaklandığı tezi çok tartışmalıdır.
Esasen bu, -sol üzerine uydurulmuş rivayetlerin tersine- geçmişte de böyledir. Sahada, mahallede, fabrikada bilfiil çalışmış herkes bilir ki, düzgün iş yapıldığı sürece dinsel inanışlar sıkıntı yaratmamıştır. Kendi payıma ben de, kahveye oturup ‘hele gelin ağalar şu tanrı meselesini bir konuşalım’ diyen bir devrimciye hiç rastlamadım. Bugün de öyle. Ermenek’ten Ankara’ya yürüyen hangi işçi diğerine dinini imanını soruyor ki?
Sonuç itibarıyla, elinde fesat değneğiyle Kürtlerden iktidar cenahına güç devşirmeye çalışanları bilmem ama iyi niyetle ortaya çıkıp bu ‘boşluğu’ doldurmak isteyenlere yazıktır. Kendilerine de, itibarlarına da yazıktır. Kötü haber şu: Boşluk var, evet ama o varsayılan yerde değil. Asıl boşluk, siyasetin, adıyla söylersek HDP’nin yetersizliğinde. HDP bu sorununu çözer mi? Çözer ya da çözemez; ama her durumda sana buradan ekmek çıkmaz. Halktır, partisini döver de sever de; sorun şu ki, mevzunun seccade ile ilgisi yok.