Roar Kolektif, Murray Bookchin’in 100. yaşını, bir dizi yazı serisiyle kutladı
Debbie Bookchin*
Babam ölümünden önce “Üçüncü Devrim” başlıklı bir kitap serisi yazdı. Bu kitaplarında, “Geç Ortaçağ Ayaklanmaları (the late-medieval uprisings) ve 16. yüzyılın Alman Köylü (German Peasant Wars) Savaşları ile başlayıp dört cilt sonrasında İspanya İç Savaşı (Spanish Civil War) ile biten tarihteki dönüştürücü devrimci anları analiz etti. Devrimci tarihi incelemek babamı teselli etti, devrimci tarih babamı, sıradan insanların dudaklarında ütopik çığlıkların yaşadığı, devrimci ideallerin gündelik yaşamı canlandırdığı bir zamana götürdü.
Ayrıca, Üçüncü Devrim’in dört cildinin her birini torununa adayarak ona muazzam bir umut verdi. Kuşkusuz, bir müzisyen, bir sanatçı ve her şeyden önce bir yazar olarak ilk yeteneklerinin çoğunu paylaştığını hissettiği bir birey olarak onu çılgınca sevdi. Ancak bağlılığı aynı zamanda, daha rasyonel bir toplum için mücadelede pankartı alabilecek yeni bir neslin vaadine olan inancını da gösterdi, ölümünden önceki on yıllarda, solun mücadele ettiği sırada parlaklığını yitirmiş bir bayrak: yükselen neo-liberalizm, otoriterlik ve yaygın ekolojik yıkımla mücadele etmek.
Zamanın ötesiydi
Birçok yönden babam zamanının ötesindeydi. Yaşamı boyunca fikirleriyle sürekli bir şekilde ya alay edildi ya da fikirleri reddedildi. İklim değişikliğinin hayatta kalmamız için ciddi bir tehdit olacağına olan inancı, 1960’larda New York Times tarafından beyhude bir telaş olarak görüldü ve gülünüp geçildi. Sonraki yıllarda soldan, organize bir yerel demokratik meclisler ağı inşa etme çabasına girişme talebi, genellikle sokak ayaklanmasının lehine bertaraf edildi.
Yine de babam hayatı boyunca iyimser kaldı. İnsanın doğal dünya ile uyumunu, hayal gücünü ve yaratıcılığını ne tür bir toplumun en üst düzeye çıkaracağına dair yetmiş yıllık düşüncesinden doğan umut dolu bu fikirlerinden vazgeçmeyi reddetti. Fikirleri, bir gün, devrimci geçmişte bulduğu aynı dönüştürücü şevkle gelecekteki insanlara sirayet edecekti.
İlk denemelerinden biri olan “Arzu ve İhtiyaç”ta babam şöyle yazmıştı: “İyi bir fikir, yaratıcısının elinden kayabilir ve kendi diyalektiğini takip edebilir.” Başlangıçta bu, kendi sanatlarının gücünden habersiz sanatçılar üzerine eleştirel bir yorum olarak düşünülmüşken, bana öyle geliyor ki, bugün bu sözler yeni, aydınlatıcı bir ışıkta görülebilir. Bize fikirlerin sınırsız potansiyele sahip olduğunu, bir fikrin tohumunun, orijinal düşünürün beklediğinin çok ötesine geçebileceğini, daha önce hayal bile edilemeyen insanlara ve zihinlere dokunmak için dünyanın her yerine ulaşabileceğini, sırayla bu insanlar tarafından dönüştürülerek, nihayetinde yaratıcının en çılgın hayallerini aşıp daha uzun süre dayanabilen aşkın bir zenginlik, güzellik ve somutlaştırma ile gerçek kılınacağını hatırlatıyorlar.
Rojava’yı görseydi…
Babam doğumundan yüz yıl sonra ve ölümünden yaklaşık 15 yıl sonra, geleceğe verdiği umudun sağlam temellere dayandığını ve yoğun küresel kargaşanın ve artan ekolojik soykırım tehdidinin ortasında bile, rasyonel bir toplum vizyonunun yönlerinin dünya çapında ele alındığını ve onlarla ilişki kurmaya çalışan herkes için bir model oluşturduğunu bilmek babam için büyük bir sevinç kaynağı olurdu.
Bu takdirdeki seslerin çoğu, Korkusuz Şehirler (Fearless Cities) belediyecilerinden küreselleşme aktivistlerine kadar babamdan etkilenen, fikirlerini benimseyen ve onları sosyal bağlamlarına uyacak şekilde genişleten, yeni ve özgürleştirici siyasi varoluş yolları inşa eden bireyleri yansıtıyor. Özellikle, Rojava’daki Kürtlerin demokratik konfederalizmi kurma sürecindeki cesaret ve adanmışlığı, babamı derinden etkileyebileceğini biliyorum. Feministlerin zaferini ve Kürt halkının kurduğu özgürlükçü ve özerk (self-determination) toplumu görme fırsatı bulamadan ölmesinin kişisel bir trajedi olduğunu düşünüyorum.
Yüzüncü yılı
Benim için babamın kalıcı mirası, toplumsal sorunlara getirdiği diyalektik zihniyettir. Doğayı ve toplumu süreç içinde, asla durağan halde görmeme dürtüsüdür, her şeyi yalnızca oldukları gibi değil, olma potansiyeline sahip oldukları gibi değerlendirmek. Doğumunun bu 100. yıl dönümünde, dünyayı yeniden yaratmak için fikirlerin gücünü kutlamamızı isterdi, asla umutsuzluğa kapılmamızı; kendimizi, kardeşlerimizi, komşularımızı ve arkadaşlarımızı eğitmeye devam etmemizi ve her şeyden önce fikirlerimizi hayata geçirerek mirasını devam ettirmemizi isterdi…
Gerçek bir devrimciydi
Shannon Brincat*
Bookchin ile ilk kez 16 yaşındayken, Özgürlüğün Ekolojisi’nden bir alıntıyı 20 sente satan Victorian Trades Hall kitapçığında karşılaştım. Bu, belki de Komünist Manifesto dışında hiçbir metin gibi politik bilincimi bu denli değiştirmedi. Bana göre mirasının en temel yönünün geriye kalanını ifade ediyordu: “İnsanın, insan tarafından sömürülmesinin kökenlerinin hiyerarşinin aynı sosyal patolojileri içinde yer aldığını anlamak.”
Doğa karşıtlığı, ataerkillik, milliyetçilik, devletçilik ve kapitalizm kadar yaygın olan bu patolojiler, kamusal hayatı sömürgeleştirmeye başlıyor. “Komünalizm” (veya “özgürlükçü belediyecilik”), ademi merkeziyetçi sosyal örgütlenme ve sosyal ekolojik yollarla doğrudan ve katılımcı yollarla özgürlüğe kurumsal biçim vererek radikal bir şekilde mücadele etmenin (yani sorunun “kökenini” çözmenin) birkaç yolundan biridir.
Hiyerarşi ve özgürlük arasındaki bu çatallanmanın gün yüzüne çıkarılması -Bookchin tarafından bu kadar açık bir şekilde ifade edildiğinde görülmesi çok basit- bugün radikal bir şekilde düşünmek için en derin çıkarımlara sahiptir.
Bookchin, tüm enerjisini toplumumuzu dönüştürmeye adayan gerçek bir devrimciydi.
*Sunshine Coast Üniversitesi’nde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Kıdemli Öğretim Görevlisi
Umut Prensibi
Dan Chodorkoff*
Murray Bookchin benim akıl hocam, arkadaşım ve ortağımdı. Sosyal Ekoloji Enstitüsü’nü 1974 yılında kurduk. Yaşamı boyunca Bookchin genellikle vahşi doğada yalnız bir sesti. 1950’lerin başlarında, otoriterliğin hem sol hem de sağdaki tehlikeleri ve ekolojik krizin büyüklüğünün yanı sıra toplumsal kökleri konusunda bizi uyardı. 1964’teki küresel ısınma tahminlerinde ileri görüşlüydü ve 1970’lerde güneş ve rüzgâr enerjisi gibi alternatif teknolojileri desteklemenin yanı sıra sanayileşmiş tarıma çarpıcı bir eleştiri sunmuştu.
1981’de yayınlanan başyapıtı (magnum opus), “Özgürlüğün Ekolojisi” (The Ecology of Freedom), halen hiyerarşinin diyalektik ortaya çıkışının ve bunun ekolojik bir toplumun ortaya çıkışını desteklemek ve pekiştirmek için yeni bir ekolojik duyarlılık ve özgürlük biçimlerinin geliştirilmesi yoluyla potansiyel çözülmesinin en kapsamlı keşfi olmaya devam ediyor.
Yaşamı boyunca bu konuları ve diğerlerini araştıran 25 kitap ve sayısız makale yazdı. O, tüm enerjisini toplumumuzu dönüştürmeye adayan gerçek bir devrimciydi. Bu dönüşümü başarmak için siyasi bir strateji olarak liberter belediyecilik fikirlerini (Komünalizm ve demokratik konfederalizm olarak da bilinir) geliştirdi.
Bookchin’in çalışması, Ernst Bloch’un “Umut Prensibi” olarak adlandırdığı şeyi temsil ediyor ve bence bu onun en büyük mirası. Çalışmaları, uzun yıllar boyunca dünyanın her yerinden insanları eğitmeye ve ilham vermeye devam edecek.
*Kültürel antropolog, Sosyal Ekoloji Enstitüsü’nün kurucu ortağı ve “Ütopya Antropolojisi” (2014) kitabının yazarı.
Öcalan yeniden odakladı
Ruth Kinna*
Murray Bookchin’i ilk kez 1983’te 19. yüzyıl anarşizmine dalmışken okudum. Bir Marksizm eleştirmeni ve sosyal ekolojinin öncüsü olarak kazandığı statü konusunda utanç verici bir şekilde cahildim. Anarşizmi teorik olarak yeniden temellendirmesinin sonuçlarını tam olarak anlamam biraz zaman aldı. Bookchin’i okuduğumda Kropotkin’i duydum. Ama sonra John Clark’ın Anarşist An’daki makalesine rastladım ve Bookchin’in kurduğu anarşizm ve ekoloji arasındaki hayati bağlantıyı gördüm. Bu bağlantının izlediği bazı çizgileri şiddetle onaylamasa bile, yine de anarşinin yeniden tasavvurunun merkezinde yer aldı ve anarşizmin geçmişi, bugünü ve geleceği hakkında yeni perspektifler açtı.
Bookchin’in Abdullah Öcalan’ın siyaseti üzerindeki etkisi, doğal olarak dikkati demokratik konfederalizme yeniden odakladı. Anarşist demokrasiyi savunması, çalışmalarının temel unsurlarından biridir, ancak dönemin meşum zemini, 1980’ler ve 90’larda uluslararası politikanın sağına doğru kaydı. Bookchin, solu buna karşı örgütlenmeye çağırdı. 2006’daki ölümünden bu yana liberal demokrasilerde siyasetin kutuplaşması, sonuçlarının geçerliliğini güçlendiriyor: “Sol, ‘solcu’ bir ortak olarak katılan değil, egemen topluma devrimci muhalefet eden kendi arenasını göze almalıdır çalışmalarında.”
*Loughborough Üniversitesi’nde siyaset felsefesi profesörü.
İlham alıyoruz
Foza Yusif*
Devlet ve iktidar, dünya sistemi üzerinde yapısal bir kriz durumuna yol açan birçok soruna sebebiyet verdi. Kapitalist modernite, dört silahıyla topluma savaş açmış durumda: milliyetçilik, dindarlık, cinsiyetçilik ve bilimcilik. Bu ideolojiler aracılığıyla kapitalist modernite, insanlığı demir bir kafese hapsetti.
Filozof ve düşünür Murray Bookchin, bu krizlerle yüzleşmek için iktidar ve devletin titiz analizlerle incelenmesi gerektiğini önerdi. Gelişmiş alternatifler üretti, böylece karşılaştığımız kaos ve krizler ışığında bize bambaşka ufuklar açtı. Bu analizler en iyi, Özgürlüğün Ekolojisi, Kentsiz Kentleşme ve Ekolojik Topluma Doğru (The Ecology of Freedom, Urbanization Without Cities and Toward an Ecological Society) kitaplarında ifade edilmiştir. Bu kitaplar, aslında, 20. yüzyıl için bir “manifesto” idi.
Bookchin’in çalışması insanlığın demir kafesten çıkma çığlığını yankılandırdı. Ekolojik sorunlar ile sosyal sorunlar arasındaki organik bağın varlığını ortaya çıkardı. Bookchin ile diğer düşünürler arasındaki temel fark, sadece kapitalist sisteme karşı eleştiriler dile getirmiş olması değil, aynı zamanda onun ötesine geçmek için alternatifler de önermesidir. Örneğin, insanın ve doğanın tahakkümden kurtulmasına dayanan “ekolojik toplum” modeli ve yerel konfederasyonlara dayanan doğrudan demokrasi fikri önemli ve değerli kazanımlardandır.
Bookchin’in önerisi, halkları ve küresel toplumumuzun geri kalanı için özgürlük, eşitlik ve adaleti sağlamak için çalışan Kürt devrimcileri üzerinde büyük bir etki yarattı. Bookchin’in fikirleri, Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye’de bir demokratik öz-yönetim modeli inşa etmemiz için büyük bir ilham kaynağıydı. Kadınlarla erkekler arasında bir “eşbaşkanlık” sistemi olan komünler ve yerel konseyler inşa ettik ve tüm etnik, dini ve ideolojik bileşenlerin bölge yönetimine katılımını sağladık. Devlet sisteminin yerine demokratik iktidarı geliştirmek için çalıştık, bir yandan da politikamızın sosyal ve ekolojik açıdan bilinçli olmasını sağladık. Bütün bu devrimci adımlar atıldı.
Kadınların devrimi ve çeşitli halklar olarak bizler, tüm insani değerlerden ilham alıyoruz ve Murray Bookchin’in fikirlerini ve felsefesini insanlık bilincinde ölümsüz kalacak bu büyük değerlerin bir parçası olarak görüyoruz.
*Rojava’daki Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) liderlik konseyi üyesi, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni yöneten Sosyal Sözleşme’nin mimarı ve “Neden Jîneoloji” kitabının yazarıdır.
* Yazılar seri halinde politikosbiosethos.blogspot.com sitesinde yayınlanmıştır.