Hüseyin Bul
Roman Polanski’nin 2019 yapımı Türkçe’ye Subay ve Casus olarak çevrilen J’accuse filminin birçok açıdan konuşulacak bir film olduğu su götürmez. Öncelikle daha önceden Hayalet Yazar (The Ghost Writer) filminde de birlikte çalıştığı Roberd Harris’le bu filmin senaryosunda da el ele verdiklermişler.
Subay ve Casus filmi neden çok konuşulacak/konuşuldu? Birincisi ve en önemlisi yönetmenin yıllar önce 13 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunması ve buna rağmen 76. Venedik Film Festivalinden Jüri Büyük Ödülü’ne, Fransa’nın Oscarı sayılan César Ödülleri’nde (45. César) En İyi Yönetmen ve En İyi Uyarlama Senaryo dallarında ödüllendirilmesi. Bunun üzerine yıllardır tartışılan yazar/sanatçı eserinden bağımsız olarak değerlendirilebilinir mi? Bu konuda ilk akla gelen isimlerden biri de bir dönem Antisemitik tavırlarıyla bilinen şair Ezra Pound’dur. Günümüzde de edebiyatta kendine has bir dil yaratan, önemli eserler veren Hasan Ali Toptaş’ın önceden kazandığı ödüllerin iptal edilmesi, yayıneviyle olan sözleşmesinin tek taraflı feshedilmesi de bu minvalde tartışılması gereken bir konudur. Yazar/sanatçı eserinden bağımsız mıdır?
İkinci olarak filmin çok konuşulmasının, tartışılmasının sebebine gelirsek, Fransa’nın bir asırdan fazladır yakasını bırakmayan Dreyfus Davası’na odaklanması. Dreyfus Davası’nın kendisi bir muammayken Polanski’nin büyük bir cesaretle bu konuyu filmin merkezine oturtması hem iddiasını besleyen argümanları dikkatli seçmesi hem de seyircide/eleştirmenlerde oluşacak beklentilere cevap vermesi gerektiği için de enteresan bir film.
Dreyfus Davası’nda aydın tavrı
Filmi tartışmaya açan diğer bir etken de edebiyatta Naturalizmin babası sayılabilecek Emile Zola’nın ‘İtham Ediyorum’ ya da ‘Suçluyorum’ bildirisiyle döneme damgasını vuran aydın tavrı. Yüzbaşı Dreyfus’u düzmece mahkeme ve yalan/tahrif edilmiş belgelerle suçlu gösteren Fransız genelkurmayından görevli davaya adı karışan herkesi bir bir açıklayan/suçlayan manifesto niteliğindeki bildiriden sonra bir yıldan fazla cezaya çarpıtılınca İngiltere’ye sığınır. Ortalık durulunca Fransa’ya dönen Emile Zola, Yahudi düşmanlarınca bacası kapatılarak duman zehirlenmesinden öldürülür.
Malumunuz Yüzbaşı Alfred Dreyfus Fransız genelkurmayında çalışan onurlu, çalışkan Yüzbaşı rütbesinde Yahudi bir askerdir. Almanlara casusluk yaptığı iddiasıyla yargılanıp cezalandırılır. Film de bunun üzerine kurulmuş. Dreyfus yargılanıp kuş uçmaz kervan geçmez Şeytan Adası’na gönderilerek cezalandırıldıktan sonra Yarbay Sandherr’in (Eric Ruf) yerine Yarbay Picquart’ın (Jean Dujardin) atanır. Dreyfus’un içerde olmasına rağmen suç teşkil eden mektuplar gelmeye devam eder. Bunu fark eden Picquart mektupların izini sürmeye karar verir. Söz konusu mektuplardaki yazıyla Dreyfus’un yazılarının çok benzeştiğinin ayrımına varır. Bundan sonrası Askeri istihbaratın başındayken vicdanıyla hesaplaşmasıyla ilerliyor film.
Eski Roma’da arena
Picquart’ın geçmişinde Dreyfus’a nasıl davrandığı ve ilişkilerinin hangi boyutta olduğunu belirtmek için film birçok kez geçmişle şimdiki zaman arasında gidip geliyor. Yönetmenin bunu belirtmesindeki amaç Yarbay Picquart’ın kişiliği ve vicdanı üzerindeki gölgeleri kaldırıp lekesiz olduğunu belirtmek istemesiyle alakalı. Filmde birçok simge kullanmayı ihmal etmemiş yönetmen. Yeni görevine gelir gelmez çalışma odasının kapısını açık bırakmasıyla ne şekilde adil ve şeffaf çalıştığına atıfta bulunurken, kül tablasından söndürülen sigaranın az önce gelişen olayı imlemesi, bir türlü açılmayan pencereyle ne menem bir olayın içine düştüğünü işaretlemesi bunlardan birkaçı. Bu yöndeki en büyük alametifarika açılış sahnesindeki Dreyfus’un yargılanmasını eski Roma dönemlerindeki arenaya benzetişi olsa gerek.
Kurtla kuzunun hikayesini bilirsiniz. Kurt susayıp derenin başına geldiğinde küçük bir kuzunun da orada su içtiğini görür. Kuzunun üst tarafında su içen kurt kuzuya, neden suyumu bulandırıyorsun diye çıkışır. Kuzu da, aman efendim ben sizin aşağınızdayım nasıl bulandırabilirim ki, der. Bunun üzerine kurt, o zaman geçen sene bana neden küfür edip arkamda konuştun, diyerek bağırır kuzuya. Kuzu bu defa da, ama ben daha süt kuzusuyum, geçen sene yoktum ki, der, ama durumun iyiye gitmediğini anlar. Sen değilsen kardeşlerindir, diyen kurdun aslında verilen hiçbir cevabı kabul etmeyeceği bellidir. Aman efendim benim kardeşlerim yok ki, demesi kuzuyu kurtarmaz. Bunu neden anlattım; Yarbay Picquart, Dreyfus içerideyken gelmeye devam eden mektupları yazı uzmanına gösterip yazının Dreyfus’a ait olmadığını teyit ettirdikten sonra, bunları Yüzbaşı Dreyfus yazmadıysa ne olabilir diye sorunca, o zaman aynı teknikle yazmaları için başka Yahudilerle anlaşmıştır, diye cevaplar uzman.
Film sonuna kadar kostüm dalında ödülü hak ediyor; oldukça özenli tasarımlar mevcut. Fransa’nın taş yollarının, muhteşem mimarilerinin ahşapla, ağaçla uyumunu başrole taşıyarak seçtiği mekanları adeta yeniden yaratan/hatırlatan Subay ve Casus’ta oyunculuklar şöyle: Yarbay Piquart’a can veren Akademi ödüllü (The Artist- 2011) Jean Dujardin oldukça başarılı; vicdanıyla hesaplaşan, verilen yargı sonucunda rahatsızlığını seyirciyle aktarabiliyor. Yüzbaşı Henry rolü ile Grégory Gadebois de ırkçılığı, faşistliği yüzünde okunacak sahicilikle oynarken, Madam Monnier rolünde Emmanuella Seigner ve Yüzbaşı Dreyfus rolündeki Louis Garrel de iyi iş çıkaranlardan.